Servis
Servislerin kalktığı alanda her şey dün olduğu gibiydi. Dün olanlar da evvelki günün kopyasıydı. Evvelki gün de ondan öncekinin. Yani çalışanlar için her şey her zamanki gibiydi. Ama bu sıradanlık bir örtüydü; farkında olunmayan bir mutluluğun üstüne serilmiş, usta zanaatkarların elinden çıkmış bir örtü. Bu kısacık zaman dilimi, neredeyse tüm gün boyunca onlardan hiçbir şeyin istenmediği yegane andı. Kuyrukta sırasını bekleyen istekler her zaman vardı ama servis alanında neredeyse hiçbiri yapılamazdı. Öylece dalıp gitmenin, saldırmayı bekleyen gerçeklerin tehdidinden birazcık uzak durabilmenin yeriydi orası. Ne var ki birçok insan yaşadıkları bu kısacık mutluluğun; eve görevini yapmış biçimde dönmekten kaynaklandığını düşünürdü. Alın terimle çalıştım, eve götüreceğim her lokmayı hak ettim. Huzurluyum…
Dışarıdan bakınca Belkrin Noyel için de durum aynı görünüyordu. Ne var ki o kulaklığa benzeyen garip cihazı takmıştı ve bu halde kendisi için huzur bulmanın olanaksız olduğunu biliyordu. Cihazı çıkarmayı düşündü ama genelde yaptığı gibi vazgeçti. Farkında olmanın büyüsünden kurtulamıyordu; onu mutlu etmese de. Yeni bir gerçek duymaktan ürküyor fakat zihninde açılacak kapının nereye çıkacağını merak etmekten de geri duramıyordu. “Nasıl olsa beni bulur” diye geçirdi içinden ve anlamsızca etrafına bakmaya başladı. Gözleri az ötedeki servisin içinde bekleyen adama takıldı. Kaç yaşında olduğunu kestirmek güçtü. Kirli sakalı bembeyaz denebilecek saçlarının rengindeydi. Bu haliyle 65 vardır diye geçirdi içinden ama o yaşta fabrikadaki ağır işleri yapamayacağını biliyordu. Belki kıdemli ücreti alıyordur diye düşündü; asgari ücretin yüzde on fazlası. Var oluşuna anlam kazandırmak, deneyimlemek, kabul görmek ve umut etmek için yeter de artar bile! Adamın haline acırken, aslında acıdığının kendi geleceği olduğu gerçeği bir anda zihninde beliriverdi; umutsuzluk. Ama bugün umutsuz olmak istemiyordu. Ömrünün sonuna kadar bir şeyin değişmeyeceğini bilse de ara sıra öyle olacakmış gibi düşünmek istiyordu.
Kafasını çevirirse düşüncelerinin de değişeceğini umdu ancak geç kalmıştı. Servis alanındaki rutin gezisini yapan Bay Btrin arkasındaydı. Eliyle aynı beyaz saçlı adamı işaret etti ve konuşmaya başladı. Maalesef sesi melodik ancak yapay bir tonda geliyordu. Belkrin Noyel’in kulağındaki cihazın özelliğiydi bu. Ağızdan çıkan kelimeleri değil gizlenen gerçekleri yakalıyor ve bir şarkı gibi seslendiriyordu. Kelimeleri telafuz edenin her şeyi bilmesi de gerekmezdi, gerçek daima oralarda bir yerlerdeydi. Bay Btrin elini indirmeden konuşmaya başladı: “İşte velinimetim. Her sabah daha kötü bir güne uyanır ve hayatı her geçen gün zorlaşır. Biraz olsun iyisine ulaşmayı bırak, elindekilerin yok olma hızı yavaşladığında mutlu hisseder. Kötü gidişin nedeninin diğerleri olduğu konusunda bize güvenir ve hep daha fazla çalışması gerektiğini düşünür. O olmazsa çark dönmez zanneder halbuki aynısından yüzbinlerce, milyonlarca vardır. Her birinin...” Belkrin Noyel daha fazla dayanamadı ve kulağındaki cihazı çıkartırken Bay Btrin’in sözünü kesti: “Özür dilerim Müdür Bey, kulaklıklarım takılıydı, dediklerinizi duyamadım.”
“Ziyanı yok” diye yanıt verdi yaşlı adam, “tekrarlarım.” Serviste bekleyen adamı göstererek devam etti: “İşte bu gördüğün; emeğin, adanmışlığın ve özverinin yüzüdür. Fedakarca çalışan, yorgun ama huzurlu bir benliğin dışa vurumudur. İnandıkları uğruna gerektiğinde canını verir. Ve emin ol delikanlı, dünya bu yüce ruhun sayesinde ayaktadır...”
Belkrin Noyel dinlememeye çalışıyor ama duyduklarının yarattığı mide bulantısından kurtulamıyordu. Özel kulaklıkların eline geçtiği güne lanet etti. Bir çıkış yolu bulması gerektiğini biliyordu ama nasıl yapacağı hakkında hiçbir fikri yoktu.
Comments
Post a Comment